Pandemi Diplomasisi: Aşı üreten ülkeler aşıyı dış politika aracı olarak da kullanıyor

Geçen yıl küresel salgın başladığında yaşadığımız maske krizi hala belleklerimizde. Ticaret Bakanı, “maskeler makul bir fiyatla satılacak” dediği günün akşamında Cumhurbaşkanımızdan “ben halkıma maskeyi parayla aldırtmam; tüm maskeleri devletimiz temin edecektir” açıklaması gelmişti. Sonra bir süre maske kaosu yaşadık. Her eve maskeleri teslim etme görevini önce PTT üstlendi; bu yöntem çalışmayınca bu kez dağıtım görevi eczanelere verildi. Biz ailece bir süre bir eczaneden diğerine gidip maske talep ettik; ama maskelerimizi bir türlü alamadık. Aradan aylar geçtikten ve devletin maske dağıtmasının anlamsız olduğu görüldükten sonra satış izni verildi de maskelerimize kavuştuk. Bu karardan sonra maske satışında bir karaborsa olacağı korkusunun da ne kadar yersiz olduğunu hep birlikte gördük.

Pandemiye böyle bir kaosla başladık ama, yine de salgını yumuşak diplomasinin bir aracı olarak kullanmayı da başardık. Bu dönemde, üzerinde Türk bayrakları ve Cumhurbaşkanlığı arması bulunan yardım paketlerimiz yalnız az gelişmiş ülkelere değil, başta ABD, İspanya, İngiltere ve İtalya olmak üzere, virüsün çok fazla can aldığı Batılı ülkelere de gönderildi. Televizyon ekranlarımızda maske dağıtım sıkıntılarına ilişkin haberler pek az görünse de, tıbbi malzemeler içeren kolileri taşıyan kargo uçaklarımızı seyrettik günler boyunca. Yardımları alan ülkelerin üst düzey yetkililerinin teşekkür ifadeleri, bu yönde yayınladıkları sosyal medya mesajları da farklı medya araçlarıyla tüm halkımıza özenle duyuruldu. 

Resmî açıklamalara göre, Türkiye, 145 ülkeye ve 10 uluslararası kuruluşa sadece maskeden ibaret olmayan koruyucu araç ve gereç ile solunum cihazı gibi az bulunur tıbbî malzemeyi hibe ya da satış yoluyla gönderdi. Resmî açıklamalarda, salgın sonrası dönemde kurulacak yeni dünya düzenine dikkat çekilerek,“Türkiye’nin bu düzende dünyanın yeni tıbbî üretim ve tedarik merkezi olacağı, malzeme yardımı ve satışının Türkiye’nin bu alandaki mukayeseli üstünlüğünün açık göstergesi olduğu” teması işlendi. Bu yapılırken, “yardımlarımızın karşılık beklenmeksizin yapıldığını; zira karşılıksız yardım, fedakârlık ve dayanışma anlayışının kadim kültürümüzde merkezi yeri olduğu” mesajını her vesileyle vurguladık. Bu ‘insanlık dersi’nde o kadar mesafe kaydettik ki, bir belediyemizin ABD Başkanı, Hükümet ve Kongre üyeleri, hatta ABD sinema endüstrisinin kalbi durumundaki Holywood yıldızlarına birer mektup eşliğinde ellişer adet maskeden oluşan ‘yardım kutuları’ göndererek ‘emsalsiz bir insanlık dersi vermekle’ övünür hale geldiği hatırlarda yer etti. Unutmayalım, bu süreç, Türkiye içinde sıradan insanların temel koruyucu malzeme olan maske ve dezenfektana erişimlerinde güçlükler yaşandığı bir sırada cereyan etti. 

Aşı geliştirme yarışı

Salgının yayılma hızı artıp, kapsamı genişlediğinde, başlangıçta küçümsenerek, belirli beslenme diyetleri ve gıda takviyeleriyle geçiştirilemeyeceği kabul edilir oldu. Yabani hayvanlardan insanlara geçiş aşamasında yeteri ölçüde direnç mekanizması geliştiren ve kendini yenileyerek değiştirme özelliği taşıyan virüsün kısa bir sürede kontrol altına alınmasının güç olduğu anlaşıldığında ülkeler kalıcı çözüm olarak virüse karşı etkili aşı geliştirilmesi çalışmalarına hız verdiler. İlk aylarda, etkin bir aşı için formül geliştirilmesinden , insan vücuduna uygulanmasına kadar geçecek sürecin en az 2-2,5 yıl süreceği söylense de ülke yönetimleri aşıyı en önce kullanıma sunan ülke olabilmek amacıyla birbirleriyle yarışa giriştiler. İlk aylardan itibaren bizim yöneticilerimiz de aşı çalışmalarının başarıyla devam ettiğini, en kısa süre içerisinde yerli ve millî özellik taşıyan çeşitli aşıların da kullanıma sunulacağını söylediler. Ama sonuçta dünyada aşısı kullanılan ülkeler arasına adımızı yazdıramadık. Aşı araştırma ve geliştirme enstitüleriyle yerleşik bir tıbbî kurumsal kimlik ve deneyim sahibi olan Almanya, Amerika, İngiltere, Rusya ve Çin gibi ülkeler aşı geliştirmede ipi göğüsleyen ülkeler arasına girdiler. 

Bizim çalışmalarımız hâlâ sessizlikten ödün vermeyen bir titizlik içinde devam ediyor. Üstelik Atatürk’ün yönergesiyle Ankara’da bir referans laboratuvarı, aşı geliştirme ve halk sağlığı koruma merkezi olarak, kurulduğu 1928 yılından bu yana faaliyet gösteren, bu süre zarfında 17 tür aşıyı yerli imkanlarla geliştirerek uygulayan, yurt sathına 16 şubeyle yayılan Refik Saydam Hıfzıssıhha Enstitüsü’nün yerleştirdiği azımsanmayacak kurumsal birikimine rağmen. Bu Enstitü’ye ne olduğunu merak edenlere, 83 yıllık çalışmasının ardından 2011 yılında kapatıldığını söylemekle yetinelim. Oysa, yukarıda sıralanan ülkeler (zamanında Refik Saydam Hıfzıssıhha Enstitüsü’nün kuruluşunda model alınan) kendi yüzyıllık kamu sağlığı merkezlerinin aşı geliştirme deneyim birikimlerinden yararlanarak bugün adlarını ezberler olduğumuz ün kazanan aşılarını geliştirdiler (1).

Diplomasi dünyasında aşı etkin bir araç haline geliyor

Şimdilerde ‘aşı diplomasisi’ küresel salgın bağlamında en çok konuşulan konular arasında yer alıyor. Aşılama uygulamasında en başarılı ülke halihazırda İsrail. Bugün itibariyle 16 yaş üstü nüfusun tamamı iki doz aşısını olmuş durumda. İsrail’in bu başarısının nedenleri dört grupta özetleniyor: Erken sipariş, dağıtımın bilişim altyapısı kullanılarak çok etkin yürütülmesi, arz zincirinin genişletilmesi ve aşıya piyasanın üzerinde ödeme yapılması. Bir başka anlatımla, aşılamanın gecikmesinin ne anlama geldiğini çok önceden gördükleri için birden fazla marka ile çok önceden anlaşma yapıp zamanında aşıları ülkelerine getirtmişler ve etkin bir yönetimle insanlarını aşılamışlar. Elinde milyonlarca doz aşı bulunan İsrail şimdi bu aşıları dış politika amaçları doğrultusunda kullanmanın planlamasını yapıyor.

Aşıyı dış politika amacıyla kullanan tek ülke doğal olarak İsrail değil. Hindistan, Rusya ve Çin de her geçen gün aşı üretimini artırarak bunu yalnız bir gelir kaynağı olarak değil, dış politikalarında bir kaldıraç olarak da kullanmaya başladılar. Özellikle Rusya ve Çin’in ekonomik kaynakları yetersiz ve aşıya erişimi olmayan ‘en az gelişmiş ülkeler’ grubuna yönelik bedelsiz aşı sevkiyatı biliniyor. Bu ülkelerden sonra şimdi ABD de araçsallaştırılması suretiyle, aşının bazı ülkelerle ilişkilerinin geliştirilmesinde ne kadar etkili ve önemli bir yöntem olduğunu ‘keşfetti’. Daha düne kadar ülke dışına aşı çıkarmayı düşünmediklerini söyleyen ABD Yönetimi geçen gün iki önemli komşusu Kanada ve Meksika’ya aşı için ‘yardım eli’ uzattı.

Bu yardımların karşılıksız olmadığını biliyoruz. Biden Yönetimi’nin Latin kökenli göçmenlere yönelik yumuşak tutumundan cesaret bulan Meksika’nın güney komşuları olan ‘Kuzey Üçgeni’ ülkeleri Honduras, El Salvador ve Guatemala’dan kaynaklı düzensiz göçte son zamanlarda meydana gelen artışı ‘insani yöntemlerle’ durdurmanın yolu -şimdilik- böyle bulundu. Amerika’nın ‘ricasıyla’ ve 2,5 milyon doz AstraZeneca aşısının teşvik edici etkisiyle, Meksika güney sınırını kapatarak, yeni bir aşılama kampanyasıyla ülke içindeki virüs tehdidini sınırlama gayreti içine girdi. Aşı üreten ve zaman içinde kendi ülkesi sınırları dışına da aşı gönderebilecek duruma gelen ülkeler salgın devam ettiği sürece bu yöntemi diplomasilerinde kullanmaya devam edecek gibi görünüyor.

Bizim aşımızın ne zaman hazır olacağı henüz belli değil

Türkiye özelinde baktığımızda, biz henüz üçüncü faz çalışması yakın zamanda tamamlanacak bir aşımız olmadığı için önümüzdeki dönemde de başka ülkelerin desteklerine ihtiyaç duyacak gibi görünüyoruz. İsrail’in aşılamadaki başarı öyküsünün nedenlerini ülkemize uyarladığınızda tamamen farklı bir yol izlediğimizi görürsünüz. Bu nedenle de yeterli sayıda insanımızı henüz aşılayamadık. Aşı anlaşması yapmak için yeteri kadar erken hareket edemedik; ayrıca nedenlerini bilmediğimiz şekilde büyük ölçüde sadece bir ülkenin aşısına odaklandık ve bu nedenle başka ülkelerden aşı almayarak tedarikçi kaynak ülke çeşitlendirmesine gitmedik. Şimdi aşılamada günlük yaşıyoruz. Sağlık kurumlarımızın altyapısı güçlü olsa da, elimizde aşı olmadığı için yeni gruplara, “haydi bekliyoruz, gelin aşılanın” diyemiyoruz maalesef (2).

Aşı alımında Çin’e bağımlı olmanın getireceği olumsuzlukları da henüz hissetmeye başlamadık gibi görünüyoruz. Virüsün ortaya ilk çıktığı ülke olan Çin kendi ülkesinde bu salgını kontrol altına aldığı gibi, geliştirdiği aşı üzerinden şimdi hem önemli bir gelir elde ediyor, hem de bunu bir dış politika aracı olarak kullanıyor. Çin’in hedef odaklı şekilde bölgesel jeopolitik hakimiyetini pekiştirmek amacıyla yaptığı çalışmaları biliyoruz. Aşıyı da bu amaçla kullanma kararı sonrasında diğer rakiplerine karşı önemli bir güç kazanmakta olduğunu görüyoruz. Ülkemizde pek dile getirilmiyor, ama dış basını takip ettiğinizde, bugün Doğu Türkistan’daki Uygur Türklerinin maruz kaldığı zulme yöneticilerimizin hiç ses çıkartmıyor olmalarının altında yatan nedenlerin başında Çin’den alınan aşılarla ilgili anlaşmada bu konunun da bir ön şart olarak yer aldığına ilişkin haberler yayınlanıyor. Uygurların dramına tüm dünyadan ses çıktığı halde bizden hala bir tepki yok; aşı ile Uygur bağlantısı yapan haberlerle ilgili olarak da resmi makamlarımızdan bir yalanlama gelmedi bugüne kadar.

Aşı Pasaportu uygulaması

Pandemide durum böyleyken, son dönemde birkaç önemli gelişme meydana geldi. Çin vize verilmesinde kendi geliştirdiği aşıların kullanılmasını ön şarta bağladı. AB ise, bir süredir, deniz ve dağ turizmini desteklemek, insan hareketine getirilen kısıtlamaları rahatlatmak amacıyla bir ‘aşı pasaportu’ geliştirilmesi konusunda çalışıyor. Bu ‘pasaportun’ nasıl uygulanacağına ilişkin nihai kararın bugünlerde verilmesi bekleniyor. Yerleşik pasaport uygulamasına ek bir aşı belgesi ya da cep telefonlarına indirilebilecek bir uygulamayla AB tarafından kabul edilen aşıları yaptıran kişiler AB ülkelerinde serbestçe seyahat edebilecekler.

Türkiye’nin başından itibaren dahil olmadığı, AB üyesi 12 ülkenin ısrarlı girişimleriyle gündeme getirilen bu girişim sonucunda, yalnız AB tarafından tanınmış aşıları yaptıranlar AB içinde seyahat edebilecekler. Çin ve Rusya tarafından üretilen aşılar bu kategoride yer almıyor. Bu aşılardan yaptırmayanlardan, PCR testi ve muhtemel karantina kısıtlamalarını kabul etmeleri şartları istenecek. Üye ülkeler arasında mutabakat sağlanması durumunda, ‘Aşı pasaportu’ uygulamasının, 25-26 Mart 2021 tarihlerinde yapılacak AB Konseyi’nin ardından 1 Haziran 2021’den itibaren geçerli olması bekleniyor. 

‘Aşı pasaportu’ uygulamasına Birleşik Krallık, İsviçre, Norveç, Lihtenştayn, Andorra gibi AB üyesi olmayan ülkelerin de katılmalarına kapı açık tutuluyor. Ancak, Türkiye bu gruba dahil değil. Şartlar değişmediği takdirde, uygulamada, Türk vatandaşlarının AB ülkelerine seyahatlerinin zorlaşacağı sonucuna varmak mümkün. Buna karşılık, Türkiye’nin AB ülkeleri bakımından salgında ‘riskli ülke’ olarak tanımlanmasına devam edilecek, belki geçen yıl olduğu gibi ülkemiz hakkında yine seyahat uyarıları yayınlanacak, turizmden beklentilerimizin gerçekleşmeyeceği bir yıl daha yaşayacağız. Türkiye’de şu anda fazla sözü edilmese de, kritik önemdeki bu uygulamanın dışında kalmasının her alanda getirebileceği olumsuz sonuçları önümüzdeki aylarda maalesef yaşayarak, göreceğiz gibi görünüyor. 

Korona’ya karşı aşı ve beraberinde getireceği pek çok tartışmanın önümüzdeki dönemde de gündemimizde olacağı anlaşılıyor. Bu süreçte, bir yandan “dayanışma, paylaşım ve fedakarlığa dayalı kadim kültürümüzün” üstünlüğünden dem vurarak keyifleneceğiz, diğer taraftan BioNTech gibi tıbbî araştırma kuruluşlarının temelini atarak, geliştirdikleri aşıyla insanlığa umut kaynağı haline gelen ‘Bugünün Marie Curie’si’ olarak anılan Prof. Özlem Türeci ve eşi Prof. Uğur Şahin’le haklı olarak gurur duyacağız (3). Halin meali böyle seyrederken, bu konunun bir diplomasi aracı olarak kullanımına ilişkin haberlerin sayısı da artacak gibi görünüyor.

Umarım ülkemizin aşısı da çok geçmeden piyasaya sunulacak duruma gelir; böylece biz de belki araçsallaştırılan bir ülke konumundan sıyrılarak, uzak bir ihtimal gibi görünse de sıkıntı çektiğimiz dış politika alanında yararlanacağımız ‘yerli ve milli’ özellikleri olan bir araca kavuşuruz, kim bilir…


(1) Kaderin ne garip bir cilvesidir ki, bugün Çin’den devlet destekli SinoVac aşısını satın almakta tereddüt etmezken, 1938 yılında Refik Saydam Hıfzıssıhha Enstitüsü tarafından üretilen kolera aşısından, talep üzerine bir milyon doz Çin’e sevk edilmişti. Bu tedarik, Çin’de ortaya çıkan kolera salgını üzerine tüm dünyadan Milletler Cemiyeti aracılığıyla tedarik edilen toplam 8 milyon doz aşı içinde yer almıştı. Bu paket içinde en büyük tedarikçi 2 milyon doz aşı sağlayan Amerikan Kızılhaç Teşkilatı’ydı. İhtimal vermemekle birlikte, Refik Saydam Hıfzıssıhha Enstitüsü gibi kâr amacı gütmeyen bir kamu sağlığı ve koruma kurumunun bir pandemi ortamında öneminin daha iyi anlaşılabileceği umulur.

(2) Bu metni kaleme aldığım sırada, Türkiye’de 13 milyon dozu aşkın aşı uygulaması yapılmıştı. Bu sayının 8 milyon kadarı birinci doz uygulanan, 5 milyon kadarı ikinci doz uygulanan kişilere karşılık geliyor. Bu durumda, Türkiye’nin ‘resmî nüfusu’nun yüzde 6 kadarı yeterli koruma sağlayacağı varsayılan çift doz aşılanmış bulunuyor. ‘Resmî nüfus’ ifadesi önemli; zira Türkiye’nin ‘fiili nüfusu’, dünyada en yüksek sayıdaki sığınmacı’ eklendiğinde 90 milyon düzeyine ulaşıyor. Tabii, bir de Suriye’nin kuzeyinde Türkiye’nin korumasına, himayesine ve bakımına muhtaç halde yaşamaya devam eden, Türkiye topraklarıyla geçişkenlik içinde yaşayan 3 ilâ 4 milyonluk ilave bir ‘nüfusumuz’ mevcut. Bu durumda, çift doz aşı uygulamasından Türkiye’nin yüzde 5’i biraz aşan kısmının yararlanabildiği sonucuna varılabiliyor. 

(3) Yeri gelmişken Korona’ya karşı geliştirdikleri aşı nedeniyle geçen hafta içinde bizzat Alman Cumhurbaşkanı Steinmeier ve Başbakanı Merkel tarafından bir hakkın teslimi mahiyetinde Almanya Devlet Nişanı’yla taltif edilen Prof. Türeci – Prof. Şahin çiftinden Prof. Türeci’ni ailesinin 12 Eylül döneminde Almanya’ya siyasi görüşleri nedeniyle sığınmak zorunda kaldıklarını, Alman vatandaşlığını aldıklarını ve Prof. Türeci’nin Almanya’da doğmasının ardından hayatını bu ülkede kurduğunu hatırlatalım.

3 Yorum Var : “Pandemi Diplomasisi: Aşı üreten ülkeler aşıyı dış politika aracı olarak da kullanıyor”
  1. Güzel özetlemissiniz tesekkürler. Ama herseyin tek adam tarafindan yönetildigi ve üniversitelere, özgür bilim anlayisina saldirildigi, herseyin “mis gibi” yapildigi, kamuoyu algininin en önemli görüldügü bir yerde isler zor. Bu kadar akademisyen isinden oldu, gectigimiz günlerde Citation Index’deki bir cok dergide yazilari cikan bir akademisyen insaat iscisi olarak calisirken hayatini kaybetti. Corona ile ilgili bilimsel calismalar yapan baska bir akademisyen KHK ile isinden atildi. Asil sorunlar bunlar bence. Yoksa sivrisinekler degil. Bataklik kurumadan bu dertleri daha cok cekeriz.

  2. Sevgili Naci aşı kum çimento ile yapılsaydı 5 li çete parsayı toplardı ,ben hiç umutlu değilim bizim aşı üretiminden.

  3. Ben, geç de olsa bizim laboratuvarlarımızda da covid aşısı bulunacağını düşünüyorum. Geç de olsa bulacağız. Ama o zaman bir işe yarar mı, bilmiyorum. Keşke Hıfzıssıhha kapatılmasaydı dediğiniz gibi.

Yorum Yap

Düşünce Kuruluşları
Güne Bakış: Naci Koru ile Taliban’ın Afganistan’da yönetimi ele geçirmesi
Takvim
Nisan 2024
PSÇPCCP
1234567
891011121314
15161718192021
22232425262728
2930