Yol ayrımındaki Afganistan

11 Eylül sonrasında ABD, New York’daki ikiz kulelere yapılan saldırıların sorumlusu olarak gördüğü hedefleri düşman ilan etmiş ve bu yönde yeni bir politika izlemeye başlamıştı. Hedeflerin biri Irak, diğeri de Usame bin Ladin’in ismiyle anılan El Kaide ve Taliban idi. Amerika düşman olarak ilan ettiği bu hedefleri hizaya getirme konusunda başarı elde edemedi. Irak karıştı, yüzyıllardır süregelen dengeler bozuldu, ülke bugüne kadar kendine gelemedi. Ancak Taliban’ı yaklaşık 20 yıldır onbinlerce askerini Afganistan’da konuşlandıran ABD de hizaya getiremedi. Time dergisi 2001 Aralık ayında kapağında “Taliban’ın son günleri” başlığını atsa da Taliban ortadan kalkmadı; ama ABD “ben artık bu işte yokum; ülkeyi terkediyorum” deme noktasına geldi.

Son günlerde Afganistan’daki gelişmeler hakkında daha çok ve sık yazılmaya, yorum yapılmaya başlandı. ABD ve NATO müttefiklerinin Afganistan’dan tamamen çekilme tarihi yaklaştıkça bu yorumlar artmaya aday görünüyor. Yaz ortasının sıcağı Afganistan’daki gelişmeleri etkilemiyor, Taliban mümkün olan en geniş araziyi ve önemli merkezleri bir an önce denetim altına alarak Afganistan Hükümeti’yle nihai pazarlığına güçlü kozlarla oturmak istiyor. Kısacası, Afganistan keskin dönemeçlerle, şiddet sarmalıyla dolu yakın tarihinin yeni bir yol ayrımına doğru hızla sürükleniyor. Bu yazıda belirleyici olabilecek son gelişmeleri, beklentileri ve bunların Türkiye’ye muhtemel etkilerini gözden geçireceğim.

Gelişmeler üzerine bir ufuk turu

ABD Başkanı Biden tarafından geçen hafta yapılan yeni açıklamayı Afganistan konusuna uzaktan bakanlar bile ilgiyle izlediler: ABD kuvvetlerinin, geride bırakılacak sınırlı sayıda asker ve uzman dışında, çekilme tarihi 31 Ağustos’a alındı. Temmuz ortası itibarıyla, yabancı askeri kuvvetlerin çekilmeleri büyük ölçüde tamamlandı. Geride, ABD’yle birlikte aralarında Türkiye’nin de bulunduğu, az sayıda NATO müttefikinin belki birkaç bin kişiden ibaret kuvveti kalacak. Burada iki hususu göz önüne tutalım: ABD ve NATO müttefiklerinin askeri kuvveti 2011-2014 döneminde 130 bine kadar yükselmişti, bunun 100 bini ABD askerlerinden oluşuyordu. Sovyet işgalinin (1979-1989) zirve noktasında Afganistan’daki Sovyet askeri varlığı 120 bine kadar çıkmıştı. 2005 yılı gibi erken bir tarihte, Kabil’deki Hükümet’in ısrarlı talebine rağmen Afganistan’ın 150 bin kişilik silahlı güce ve muharip hava kuvvetlerine ihtiyacı olmadığını savunan ABD ve NATO, yanlış değerlendirmesini düzeltme yoluna giderek, etkinliği tartışmalı olsa da, bugün sayısı 300 bini aşan Afganistan silahlı kuvvetlerine ve Afgan hava gücüne güvenmek zorunda kalıyor. Geçen yirmi yılda trilyonlarca dolarlık harcama ve yardımla, sayısı kesin olarak bilinemeyen, ancak çeyrek milyonu geçtiği tahmin edilen can kaybıyla gelinen aşama bundan ibaret. Tüm tarafların belirlenmiş hedefleri var, fakat birkaç ay sonra ortaya çıkacak manzarayı kimse kestiremiyor. 

Güvenilirliği kuşkulu tahminlere göre Taliban’ın 70 bin kişilik silahlı gücü var, muhtemelen bu sayı daha yüksek ve artmaya aday görünüyor. Kırsal bölgelerin geniş kesimleri parçalı şekilde Taliban denetimine girmiş durumda. Bu durum şaşırtıcı değil; zira merkezi yönetimler Afganistan’ın tarihi boyunca kırsala erişimde başarısız oldular. Üstelik sorun sadece Taliban değil; birden fazla Taliban yapısı var: önemli bir güç sayılan Pakistan merkezli Hakkani grubu, bağımsız ve şiddet yanlısı hareket edebiliyor. DEAŞ’ın Afganistan kolu olan DEAŞ-Horasan ile El Kaide hala mevcutlar. Taliban, ülkedeki 400’ü aşkın ilçenin yarısını ele geçirdiğini açıklıyor. Daha önemlisi, İran, Türkmenistan, Özbekistan ve Tacikistan’la sınır geçişlerini, dolayısıyla dış ikmal yollarını ve kayda değer gümrük gelirlerini kontrol altına aldığını bildiriyor. Taliban’ın organik bağlantı içinde olduğu Pakistan’la sınır geçişlerinde bu aşamada saldırı düzenlenmediği dikkat çekiyor.

Doha Konferansı’nın devamında Nisan ayında İstanbul Toplantısı’na katılmayarak Afganlar arası barış sürecini baltalayan Taliban’ın Tahran’da benzeri bir toplantıya ve Moskova’da Rus makamlarıyla görüşmeye gitmekten kaçınmadığını hatırlamakta yarar var. Bu durum Taliban’ın stratejisi hakkında bize neyi anlatıyor? Taliban, eskiden beri olduğu gibi, Pakistan’ın arka planda desteğini sürdürdüğü bir ortamda, ABD ve NATO yönlendirmesine açık gördüğü yerleşik müzakere zemininin dışına çıkıyor. Bu aşamada İran ve Rusya gibi bölgesel nüfuzu olan diğer güçlerle görüşmeye, onların kaygılarını yatıştırmaya yöneliyor. Böylece karşısında kuşatıcı ve birleşik bir dış cephe oluşmasını önlüyor.  Yeterince güçlendiğinde, İran ve Rusya konusunda farklı bir yaklaşım benimseme seçeneğini ise el atında tutmaya devam ediyor. Bu strateji ABD ve diğer ülkeler tarafından isabetle teşhis edilebiliyor mu, zaman içinde göreceğiz.

İki ay sonrasına yönelik tahminlere bakalım: başkent ve bölgesel kent merkezlerini kuşatılmış ya da kısmen ele geçirilmiş durumda bulabilecek, Kabil’e sıkışabilecek, iletişim ve ikmal yolları kesilebilecek merkezi Afgan Hükümeti Taliban’la denk koşullarda müzakereye girebilecek gibi durmuyor. Bu senaryo kaçınılmaz olmayabilir. Fakat, şu an itibariyle bu ihtimali göz önünde bulundurmamız isabetli olur. Afganistan’ın Hindu-Kuş dağlarıyla yarılan çetin coğrafyasının denetiminin ne denli zor olduğunu tarihten sahneler hatırlatıyor: Hindu-Kuş, Sanskrit/Hindi dilinde “Hindu Katili” anlamına geliyor. Tarihteki Hint istila girişimlerinin hatıraları bu dağlarda donarak ölen sayısız askerin bıraktığı izlerle bugüne gelmiş. Bunun anlamını iyi bilen diğer bölge güçlerinin müdahalede çekingen davranacakları, Taliban ve müttefiklerinin de bunu gayet iyi bildiği muhakkak. Afganistan, kağıt üzerinde kabaca Türkiye büyüklüğünde bir ülke gibi görünse de, bir ucu Himalayalar’a yaslanan sarp sıra dağlar silsilesiyle ve sayısız derin vadileriyle kapladığı alan düzeltilebilse, kaplayacağı yüzey misliyle katlanarak kıta ülkesi ABD’nin karasal büyüklüğüne varıyor. Sıklıkla gözardı edilen bu çarpıcı nedenle, ülkenin tamamında merkezi bir yönetim tarih boyunca kurulamadı, maalesef bundan sonra da kurulabileceğe benzemiyor. 

Kimi gözlemciler Taliban’ın geçmişten ders çıkardığını ve gücü ele geçirdiğinde aşırı uygulamalardan kaçınacağını, diğerleriyse Taliban’ın alışıldık yöntemlerinden vaz geçmeyeceğini savunuyor. Gerçek, bu iki uç yorum arasında saklı olabilir. Ancak, çok sayıdaki yorumun arasında, Pakistan’ın sessizce ne düşündüğünün ve planladığının nedense sorgulanmadığı dikkat çekiyor. Halbuki, aksini savunsa da, Pakistan’ın Taliban üzerindeki yönlendirme yeteneği ve derin nüfuzu biliniyor. Pakistan bakımından Afganistan’ın Hindistan’a karşı elde tutulması gereken bir ‘stratejik derinliği’ temsil ettiği bir veri. Bu denetimin Sovyet işgalinden  bu yana önce farklı Peştun gruplarla, sonra Taliban aracılığıyla sağlanmasına yöneldiğini biliyoruz. Pakistan’ın bu hedefe yönelirken, ‘stratejik sabır’ gösterdiğini ve olabilecek zayiatı göze aldığını, taktik ve dönemsel olsa da yerel ittifak ilişkilerini asla dışlamadığını hatırlamalıyız. Terörizme karşı savaşta ABD’nin sadık müttefikiyken, El Kaide lideri Usama bin Ladin’in topraklarında saklanmasına izin verdiğini ve bin Ladin’in ABD askeri harekatıyla Pakistan’da öldürüldüğünü de unutmayalım. 

Bu tespitler, merkezi Afgan Hükümeti’nin önümüzdeki günlerde Taliban’dan ziyade örtülü şekilde Pakistan’la müzakere edeceğini ortaya koyuyor. Aynı nedenle, Pakistan ve Afganistan arasındaki sınırı temsil eden “Durand Hattı”nın geçici nitelik taşımayan, kalıcı ve geçerli bir ‘uluslararası sınır’ niteliğinde olduğunun Kabil’deki hükümet tarafından açıkça kabulü de gerekecek. Dış yardım olmadan ayakta kalamayacağı açık Afgan Hükümeti’nin tüm komşularıyla koşulsuz, açık ve dostane ilişkiler geliştirme mecburiyeti ortada duruyor. 

Gelişmelerin Türkiye’ye etkisi nasıl olabilir? Taliban sözcüleri son haftalarda üç ayrı vesileyle “Türkiye’nin Kabil Havalimanı’nın korumasını üstlenmesine karşı olduklarını” kuşkuya yer bırakmayacak açıklıkta bildirdiler. Bu konudaki muhalif tutumlarının tereddüde yer vermeyecek şekilde anlaşılması için 13 Temmuz günü kapsamlı bir yazılı açıklamayla bunu dünya kamuoyunun bilgisi için yeniden yayınladılar. Taliban, stratejik önemdeki havalimanının denetimini almak istiyor. Başarabildiği takdirde, bu konum Taliban’a ülkedeki gidişatı belirleyici üstünlük sağlayacak. Havalimanına hakim olmak, başkenti ve merkezi yönetimi ele geçirmek demek. Türkiye ve NATO’nun yıkıcı bir çarpışmaya girmekten kaçınacakları açık. Gelişmeler bu yöne evrilirse, Kabil’deki uluslararası meşruiyete sahip hükümetin rızasıyla ülkede bulunan yabancı  kuvvetlerin Afganistan’dan çekilmesi gerekecek. Sonraki aşamada, Taliban’a muhalif Afgan grupların kuvvetlerinin 1996-2001 döneminde olduğu gibi ülke içinde savunma ceplerine çekilmeleri senaryosu, dolayısıyla yeni bir iç savaş durumu ortaya çıkabilir. 

Gelişmeler hızla bu yöne evrilmese de, ortada bir başka sorun var: giderek artan sayıda Afgan sivil ülkelerini terk etmeye başladı. Afganistan’ın kuzey komşuları olan Orta Asya ülkeleri yetersiz savunma kapasiteleri nedeniyle sınırlarını kapatarak, Rusya’nın güvenlik garantilerine yöneldiler. Çin’le ortak sınırdaki dar ve sarp Wakhan Koridoru kitlesel geçişlere elverişli değil; bu yönde bir hareketlenme de yok. Geçişlere açık ve denetimi çok zor olan binlerce kilometrelik sınırlarsa, İran ve Pakistan yönünde. Her iki ülkede de sayıları milyonlara varan Afgan çeşitli statüler altında yaşıyor. Afganistan’ın tahminen 32 milyon civarındaki ülke içi nüfusunun bu sayıları artıracağı unutulmamalı. İran güzergahı, Türkiye’de son bulacak muhtemel geçişlere işaret ediyor. Daha şimdiden her gün bin kadar Afgan’ın Türkiye’ye kaçak geçtiği basın haberlerine konu oluyor. Afganistan’da çatışma ortamının şiddetlenmesiyle, Türkiye’deki Afgan sığınmacıların sayısı çok yüksek seviyelere gelebilir. 5 milyon civarında sığınmacıya ev sahipliği yaparken, böylesi bir ihtimale hazırlıklı olup olmadığımızı düşünmemiz gerekiyor.

İhtiyatlı iyimserlikle beklerken, ihtiyatı elden bırakmamak…

Dışişleri mesleğinin ayrılmaz terimleri arasında olan ‘ihtiyatlı iyimserlik’ ya da ‘yapıcı belirsizlik’ bir temenni olabileceği gibi, örtülü şekilde en kötü ihtimale hazırlık yapmayı, önlem almayı elden bırakmamayı ifade eder. Afganistan’da yakın gelecekteki olayların alabileceği yön, iyimserliğe fazla alan bırakmıyor. Ancak daha önemlisi, Türkiye’nin, özellikle denetimsiz göç nedeniyle, her durumda olumsuz etkilenmeye aday ülkeler arasında ön sıralarda olması. Kabil Havalimanı görevine hazırlanırken, sanırım bu ihtimali göz önüne alarak ihtiyatlı davranmamızın tam zamanı şu sıralar olabilir.

4 Yorum Var : “Yol ayrımındaki Afganistan”
  1. Dosdoğru bir yazı öngörüler isabetli.
    Derhal dikkate alınması gerekir. Yazarı tebrik ederim. .

  2. Bizim Müslüman ülkelerden gelenlere insanı olarak kabul göstermesini beklediğimiz bir yönetimimiz var. Yabancılar da bu sonucu bildiklerinden önden ayrılmalarına çok rahat yapıyorlar. Kimin başına problemin çıkacağını anlamak çok zor olmasa gerek.
    Bunu da bizim dış işlerimiz çok iyi bilip ona göre tedbir aldıklarını düşünüyorum.
    Guzel bir derleme için teşekkür

  3. Afganistan sorununun ülkemiz açısından en önemli yanı önümüzdeki dönemde İran üzerinden Türkiye’ye gelecek yeni sığınmacılardır. Milyonlarca yeni sığınmacıya ülke olarak hazır olmadığımızı düşünüyorum.

  4. Ülkemiz öyle bir konumda ki , uzak veya yakın çevresindeki tüm sosyopolitik olayların etkisinde kalıyor, bu da Dışişleri yönetiminin önemini sürekli gündemde tutuyor.
    Teşekkürler, doğru değerlendirmeleriniz için..

Yorum Yap

Düşünce Kuruluşları
Güne Bakış: Naci Koru ile Taliban’ın Afganistan’da yönetimi ele geçirmesi
Takvim
Nisan 2024
PSÇPCCP
1234567
891011121314
15161718192021
22232425262728
2930