ABD Başkanı Biden’ın bir hafta süren ilk ülke dışı seyahati dünyada ve Türkiye’de ilgiyle izlendi. Kapsamı ve içeriği hakkında çok sayıda yorum yapılan bu seyahat bir dizi önemli temasa imkan verdi: G7 Zirvesi’yle başladı, NATO ve AB-ABD Zirveleriyle devam etti ve ABD-Rusya Zirvesi’yle sona erdi. Biden’ın bir sonraki önemli zirve toplantısı Çin’le olacak. Bir hafta süren bu baş döndürücü görüşme trafiğinin arka planında Çin’le yapılacak stratejik görüşmenin hazırlığı olduğunu not edelim.

Bu boyutlarıyla Biden’ın görüşmeleri uzun ve kapsamlı bir değerlendirmeyi hak ediyor. Türkiye ve ABD Devlet Başkanları arasında NATO Zirvesi sırasında yapılan görüşme de başlı başına tartışılması gereken önemli boyutlar taşıyor. Bu boyutlar arasında güncel tartışmanın merkezine yerleşen bir başka konu var: Afganistan. Bu yazıda, on yıllardır bitmeyen bir Afganistan öyküsünün Türkiye’ye yansımalarını ele almak istiyorum.

Hazin bir trajedi: Afganistan

Yakın tarihte çok kişi için Afganistan 11 Eylül saldırıları, El Kaide ve Taliban referanslarıyla tanındı. Ancak, Afganistan’ın trajik öyküsü birkaç kuşak geriye uzanıyor. Afganistan, 19. Yüzyıl boyunca Asya’da İngiliz ve Rus İmparatorlukları arasındaki nüfuz mücadelesinin merkezindeydi. İngiliz İmparatorluğu tarafından üç kez işgal edildi, büyük bir mücadelenin ardından bağımsızlığını kazandı. Osmanlı İmparatorluğu ile Afganistan arasındaki ilişkiler de Birinci Dünya Savaşı yıllarına dayanıyor. 

Afganistan Krallığı uzun ömürlü olmadı: Monarşi, bir saray darbesiyle 1973’de son buldu. İlan edilen Cumhuriyet, 1978’de sosyalistler tarafından tasfiye edildi. Bir yıl sonra, bu defa komünistler sosyalistleri tasfiye ettiler. Sovyet işgali de aynı yılın sonunda 25 Aralık 1979’da başladı. Sovyet işgali Şubat 1988’de başlayan çekilmeyle sona erdi. Sovyetler’in geride bıraktıkları hükümet dış destekli mücahit kuvvetlerine fazla dayanamadı. Birkaç yıl içinde, 1992 yılında bu hükümetin de devrilmesiyle mücahit grupları arasında kanlı bir iç savaş başladı. Ülkenin yıkımı böylece tamamlandı. Pakistan’da doğan Taliban hareketi, 1996’da Kabil’i, 1997’de kuzey bölgelerini ele geçirdi. Taliban’a karşı diğer grupların direnişi bölgesel ceplere sıkışmış şekilde 11 Eylül saldırılarına dek sürdü.  Sovyet işgali ve ardından yaşanan iç savaş Afganistan’ın trajedisinin ilk perdesiydi. 

11 Eylül saldırılarıyla bugün dünyanın tanıştığı ikinci perde açıldı: ABD önderliğindeki koalsiyon kuvvetleri Taliban yönetimini devirdiler, El Kaide bir müddet sonra ülkeden ayrıldı. ABD’nde Brown Üniversitesi’nin yürüttüğü “Savaşın Maliyetleri” projesi kapsamındaki tahminlere göre, son yirmi yıl içinde Afganistan’da süren savaş için 2 trilyon dolardan fazla para harcandı. Bu harcamanın büyük bölümü ABD, kalanı NATO müttefikleri ve koalisyon ortakları tarafından yapıldı. ABD’nden 2.442 askerin öldüğü, 20.666’sının yaralandığı savaşta, asker ve sivil 1.144 NATO personeli hayatını kaybetti. Bu süre içinde ölen ve yaralanan Afganların sayısı belirsiz. Ocak ayında göreve başlayan yeni ABD yönetimiyle yeni bir döneme geçiliyor: 29 Şubat 2021’de ABD ve Taliban arasında imzalanan anlaşmayla, ABD müttefik ve ortaklarıyla birlikte Afganistan’dan çekilmeyi kabul etti. Çekilme, 11 Eylül saldırılarının yirminci yıldönümünden önce tamamlanacak ve Afganistan Hükümeti’ne destek amacıyla az sayıda kuvvet bırakılacak. ABD Merkez Kuvvetler Komutanlığı (CENTCOM) Haziran ayı başı itibarıyla yarısı tamamlanan çekilmenin belirlenen tarihten önce bitirileceğini açıkladı. Böylece yirmi yıl süren trajedinin ikinci perdesi kapanıyor. 

Trajedinin son perdesi açılırken…

ABD ve beraberindeki NATO kuvvetlerinin hızlı geri çekilme refleksi, Sovyetler Birliği’nin 1988 yılındaki ani çekilme kararını andırıyor; adeta 33 yıl sonra aynı trajik öykünün tekrarını izliyoruz. O tarihte olduğu gibi, bugün de Kabil havaalanı (ve Kabil’e karayoluyla bir saat mesafedeki Bagram hava üssü) başkentin korunması için stratejik önem taşıyor. Bu değişmez stratejik önem, Afganistan’ın denize çıkışı olmayan bir kara ülkesi olmasından ve uzak mesafeli lojistik desteğin ancak havayolundan yapılabilmesiyle bağlantılı. 

Son perdeye girdiğimizde, Kabil havaalanının yönetiminin ve korunmasının nasıl yapılacağı bir kez daha kritik önem kazanıyor. Konumu ve kullanım imkanları nedeniyle Bagram üssü, zamanında aynen Sovyetler’in yaptığı gibi, ABD kuvvetleri tarafından çekilmeden sonra bir süre daha kullanılacak. Avustralya, fazla beklemeden Mayıs ayının sonunda Kabil’deki Büyükelçiliğini kapattı. Diğer ülkeler ve uluslararası kuruluşlar, çekilme takvimine göre karar verecekler. Türkiye, bu aşamada Kabil’deki havaalanının yönetimi ve korunmasına talip tek ülke olarak ortaya çıktı. ABD bu tekliften memnun görünüyor; Taliban ise itirazını açıkladı. Nihai durum, Afgan Hükümeti’yle Taliban arasındaki görüşmelerle belirginleşecek. 

Türkiye’nin önerisi ‘ön koşullar’ içeriyor: Milli Savunma Bakanı Hulusi Akar, “ABD’nin siyasi, mali ve lojistik desteği” şartını vurguladı; ABD makamları “Türkiye’nin zor koşullar ileri sürdüğünü” belirttiler. Wall Street Journal gazetesi, ‘ABD-Türkiye görüşmelerine yakın kaynaklarına atfen’, Türkiye’nin teklifinin siyasi boyutunun S400 savunma sistemi konusunda ABD talep ve yaptırımlarının geri çekilmesiyle bağlantılı olduğunu yazdı. Bu haber resmi makamlar tarafından yalanlanmadı. Anlaşılıyor ki, Türkiye’nin Afganistan’da üstlenmeye talip olduğu rol önemli bir pazarlığın parçası yapılıyor. 

Türkiye’nin halen Afganistan’da bir tabur büyüklüğünde, yaklaşık beş yüz kişilik kuvveti bulunuyor. Bu kuvvet genel olarak barışı koruma amaçlı destek, güvenlik, eğitim görevi yapıyor. Türkiye’nin bugüne dek farklı kereler üstlendiği NATO ve ISAF komuta görevleriyle sınırlı dönemlerde bu sayı iki binin üzerine çıkmıştı. Kabil havaalanının koruma ve yönetimi de uzun yıllardır Türkiye tarafından yerine getiriliyor. Türkiye Afganistan’da bugüne kadar muharip kuvvet bulundurmadı; muharip görevlere katılmadı.

Bu aşamada, kritik bir dönemece gelmiş durumdayız: Taliban, Afganistan’ın gelecekteki yönetimini üstlenmesi karşılığında dış dünyayla barışık bir politika izleyeceğini vaad ediyor. Ancak, beklentileri var. 1994 yılından beri bir “Afganistan İslam Emirliği” kurmak için mücadele ediyor, şartlarından biri bunun kabulü. Zamanı kendi  lehine gören Taliban’ın, Türkiye’nin yeni rolü konusundaki kararı ne olacak? Olumlu karar halinde, bu rolün belki azami bir ya da birkaç yıllık geçiş dönemiyle sınırlanması istenebilir. Olumsuz karar halinde, yeni bir çatışma zemini ortaya çıkabilir. Türkiye bu ihtimale rağmen kararında ısrarlı davranacak mı?  Halen taraflar arasında yürütülen sessiz diplomasinin Taliban’ı olumlu yaklaşıma sevk etmesi mümkün olabilir. Ancak, bu halde bile, tamamen risksiz bir görevden bahsedemeyeceğimiz açık. Anlaşmalı olabilecek koşullara rağmen, bilinmeyenleri içeren riskli bir safhaya adım atıyor olacağız. Dengelerin hangi yöne evrileceğini, son perdenin sahnelerinin nasıl gelişeceğini bir kaç ay içinde görmemiz mümkün olacak. 

Sonuca ilerlerken, perde nasıl kapanacak?

Antik Çağ’da eski Yunan’dan bu yana sahne sanatları arasında önemli yer tutan trajediler üç bölümden oluşmuştur. Trajedi sanatının değişmez ögeleri vardır: yaşanan acıların ardından son sahnede kahramanlar güçlü bir arınmayla (katharsis) zayıflıkları ve günahlarıyla yüzleşir, değişmeyen unsur koro buna tanıklık eder, izleyiciler gerekli dersleri çıkarır. Koro, kamusal bilgeliği ve aklı temsil eder, kimi kere taraflı görünse de. Ancak, daha önemlisi, kahramanları yargılama görevi korodadır. Koro, kimliksiz ve anonimdir. Hem vardır, hem yoktur, fakat arka planda sahneden eksilmez. Doğruları, hikmetin gereğini fısıldar; kahramanların kararsızlık anlarında başvurulan, ancak nihayetinde dinlenmeyen, sonucu değiştiremeyen bir gölgedir. Kahramanlar, neticede kararlarının trajik sonuçlarıyla ve kaçınamadıkları yazgılarıyla yüzleşirler. 

Afganistan trajedisinde son sahnenin başladığı sırada kahramanları aklı selime davet edecek bir koro olabilecek mi? İzleyicilerin düşünmesi gereken en önemli soru sanırım bu olabilir.